Arabamızla Balkan turu yapmak eşimin ve benim ortak hayalimizdi. Rabbimiz izin verdi Kurban Bayramı’na on gün kala bu hayali gerçekleştirdik elhamdülillah.
Vize sıkıntısından dolayı iki gün önceden uçakla Üsküp’e giden Kızımız damadımız ve torunumuzla Üsküp’te buluşarak araba ile Balkanları birlikte gezmek için planlama yapmıştık.
18 Haziran Pazar günü öğleden sonra yola çıkarak Kapıkule sınır kapısına geldik. İlk iş olarak pulmatikten iki kişi için nakit 300 TL ödeyerek yurt dışı çıkış pulu alarak önce Türk Polisimizin bulunduğu gişeye yaklaşıyoruz. Polis, Pasaport, yurt dışı çıkış pulu, ehliyet ve ruhsat kontrolü yaptıktan sonra bizi arabadan indirerek gişenin önünde bulunan kamerayla yüz taraması yaptırıyor. Pasaportlarımıza çıkış damgasını vurduktan sonra Bulgar tarafına geçiyoruz. Bulgar gümrük memuru bagaj kontrolü yaptıktan sonra Bulgar polisi evrakları ve araç için yaptırdığımız yeşil sigortayı inceleyip pasaportlara giriş damgasını vuruyor.
Polis kontrolünden geçerken heyecanlanmadım dersem yalan olur. Bulgar polisinin yıllarca Almanya’dan izine gelen Türk vatandaşlarımıza çıkardığı zorlukları düşündükçe biraz panik oluyorum.
Kapıdan sorunsuz geçmenin mutluluğuyla Sofya ya doğru yola çıkıyoruz. Önümüze çıkan ilk petrol istasyonundan oto yol için makinadan vignette alarak yola devam ediyoruz. HGS yerine geçen vignetteler’in günlük haftalık ve aylık seçenekleri var biz bir haftalık aldık eğer yolculuğun başında vignette almasanız ceza olarak 70 euro ödemek zorundasınız.
Saatler 21:30 u gösterirken Sofya meydanına ulaşıyoruz. Meydanın hemen yanındaki Aleksandr Nevski Katedralini dışından görüp yanındaki parktan yürüyerek tekrar Meydana çıkıyoruz. Buralarda resim çektikten sonra Sofya’nın tek büyük camisi Kadı Seyfullah Efendi camine akşam namazı için hareket ediyoruz. Namaz sonrası yatsı namazını beklerken cami imamı Ayhan Hoca ve çok değerli Kuran Kursu ve aynı zamanda gassal olan eşi Sevdiye hocam ve dünya tatlısı kızları Rumeysa ile tanışma şerefine nail oluyoruz. Sohbet esnasında yazar olduğumu öğrendiklerinde çok heyecanlanıyorlar. “Yası Tutulamayan Hayatlar ve Üç Kalp Bir Hayat’ı” kendilerine imzalarken mutluluk gözlerinden okunuyordu. Sofya’da birçok caminin kiliseye dönüştürülmesini anlatırken hüzün gözlerine yansıyordu anne kızın.
Yatsı namazının ardından İstanbul’da buluşmak üzere ahitleşip vedalaşarak Üsküp’e doğru yola çıkıyoruz.
Bulgaristan tıpkı Karadeniz gibi yeşilin tüm tonlarını bağrında barındırıyor.
Aracımız gecenin ıssız ve karanlığında dağları aşarken 03 sularında dağ başında önümüze iki Bulgar polisi çıkıyor ve arabayı kenara çektiriyor. Sigorta, pasaport ehliyet vignette kontrolünün ardından hüsrana uğramanın telaşıyla araçta eksik bir şeyler bulma arayışına giriyorlar. Amaç belli ceza kesmek. İşte diyorum korkulan oldu bunlar bizi soyup soğana çevirecekler!
Yıllardır var olan ön camın en altın da küçük bir çatlağı keşfettiklerinde neredeyse zil takıp oynayacaklar. İşaretlerle bu ceza demeye başlıyorlar. Eşim araç Türkiye de daha yeni muayeneden çıktı dese de laf anlayacak tiplere benzemiyorlar. Ufak çapta bir tartışmanın ardından eşim Nurettin askeri kimlik kartını çıkararak “Bende askerim sizinle meslektaş sayılırız” demesi üzerine geri çark ederek her kuşun eti yenmezmiş diye düşünüp devam işareti yapıp bize yol veriyorlar.
Sabah ezanına bir saat kala eski bir Osmanlı yapısı olan Mustafa Paşa caminde sabah namazını beklerken cami cemaati ile kapıda ayak üzeri sohbet ediyoruz.
Sabah namazının ardından Camiye çok yakın çocuklarımızın kaldığı otele giderek onlarla buluşup vakit kaybetmeden Matka kanyonuna gidiyoruz.
Matka kanyonu içindeki Matka Gölü ülkedeki en eski yapay göldür ve ayrıca içinde birkaç manastır bulunuyor.
Sabahın serinliğinde cıvıl cıvıl kuş sesleri arasında kanyonda çayımız demlenirken, yanımızda götürdüğümüz kahvaltılıklar ile kahvaltımızı yapıyoruz. Kanyonu çevreleyen patika yolda yürürken sol tarafta kalan gölün üzerine doğan güneş ,suların üzerinde altın taneleri gibi parıldıyor.
Rotayı Tetovo (Kalkandelen) çeviriyoruz. Önce Alaca Cami ardından Harabati Baba Tekkesi, Bey’s hamamını gezdikten sonra Kalkandelen kalesini es geçerek Ohri ye geliyoruz.
Yeni adıyla Kuzey Makedonya’nın incisi Ohrid Gölü ve gölün kıyısında kurulmuş bir şehir.
Unesco koruması altında bulunan tarihi dar sokaklarında gezerken kendinizi Osmanlı döneminde yaşıyormuş gibi hissediyorsunuz. Tarihi çarşıda bulunan dükkanların vitrinlerini incilerden oluşan takılar süslüyor.
Ohrid Ayasofya kilisesi, Aziz Bogoradica Perivtepra Kilisesi, Aziz Yuhanna kilisesi, Aziz Pantelejmon ve Aziz Kliment Kilisesi, Aziz Naom Manastırı ve Çar Samuel Kalesi gezilecek ve Kalenin içinde bulunan Amfitiyatro yerler arasında.
Ertesi gün rotamız Arnavutluk…
Tirana giderken namaz vakitleri cami minaresi görünen köylere uğruyoruz. İlkindi namazı için girdiğimiz bir yerleşim yerinde çocuklar toplanmış kendi aralarında oyunlar oynarken, arabadan alıp çevrede bulunan sokak kedi ve köpeklerini beslememe çok şaşırıyor ve etrafımı sarıyorlar. Hemen çevreden bulup getirdikleri yavru kedileri bana uzatıyorlar. Neşe içerisinde kedi ve köpeklerin mama yemesini seyrederken ikram ettiğim bisküvilere çok seviniyorlar, “Selamün Aleyküm merhaba Türkiye” diye hep bir ağızdan neşe içerisinde el sallıyorlar.
Tirana girdiğimizde akşam olmak üzere. Bir keşmekeşlik var hemen hissediliyor. Trafik Arap saçı. Trafikte seyir halinde olan araçlar önünüzde birden zınk diye duruveriyor. Nizam ve intizam yok. Sürücüler çok kaba. Park yeri yok yolun ortasına araçlarını bırakıp iniyorlar. Booking’den ayarladığımız apartların kapısına kadar gittiğimizde telefondaki bayanlar özür dileyerek apartların boş olmadığını söylüyorlar. İlk defa böyle bir durumla karşılaşmanın verdiği kızgınlıkla Tiranı gezmekten vazgeçip şehir dışında yol kenarında benzinliklerin içerisinde bulunan hotelde geceliyoruz.
Ertesi gün istikamet Karadağ…
Gümrük kapılarından sorunsuz geçiyoruz. Karadağ’ın denizi, sahili, ormanları görülmeye değer. Kotor hem tarihi Şehrin hem de içinde bulunduğu körfezin adı. Perast ve Dobrota işte bu Kotor körfezindeki üç şiir gibi yerleşim merkezi.
Kotor Stari Grad (Old Town) Eski şehir. Eski şehir’e yani surların içine girmek için 3 tane kapı bulunuyor. Kuzey, Güney ve Deniz Tarafı Kapısı. Kuzey kapısına surların hemen yanındaki Skurda Nehrinin üzerindeki köprüden ulaşabiliyorsunuz.
Bir orta çağ yansıması olan bu minik şehri çok sevdik. Kotor ’un kendisi sadece Eski şehir Kalenin içi mutlaka görülmeli. Her yerde olduğu gibi burada da Türk halıcı ve dönerci görebiliyorsunuz. Dükkanların önünden geçerken Türkçe konuşan esnafa rastlıyorsunuz. Eski şehir ‘in daracık taşlı yolları 1195 yılında yapılan Aziz Luke Kilisesinin bulunduğu meydana çıkıyor. Karadağ Avrupa birliğine girmek için gün sayıyor. Vize olayına takılmamak için köprüden önce son çıkış…
Kotor’a veda edip rotamızı Saray Bosna’ya çeviriyoruz. Bizim köy yollarına benzeyen dar tek şeritli dağ yollarında Sarajevo ya 21;30 gibi giriyoruz. Booking’den ayarladığımız bahçe içerinde bulunan iki katlı evin alt katına yerleşiyoruz. Güler yüzlü nazik ev sahibemiz Berna Hanım Sırp olmasına rağmen Türkçeyi meramını anlatacak kadar konuşuyor. Takıldığı yerde kızımla İngilizce konuşarak anlaşıyorlar.
Ertesi sabah erken saatlerde yapılan kahvaltının ardından Blagay Tekkesine doğru yola koyuluyoruz. Blagay, Mostar’ın içinden geçen Bosna Hersek’in en büyük nehirlerinden biri olan Neratva’nın önemli kollarından biri olan “Buna” nehrinin doğduğu yer. Küçük bir yerleşim birimi olan Blagay’ı önemli kılan ise hemen su kaynağının bulunduğu mağaranın yanı başında bulunan Blagay Tekkesi. Bölge Osmanlının eline geçtikten sonra muhteşem bir doğaya sahip bu bölgede kurulan bu tekke Bosna’nın yerel halkı olan Boşnakların hızla Müslümanlığı seçmesinde çok önemli bir rol oynamış. Osmanlıda bu yeni Müslüman olan halka kucak açmış ve kendi öz halkı olarak kabul etmiş. Hala birçok Boşnak’ın “Biz Osmanlıyız demesinin sebebi de bu karşılıklı büyük sevgiden kaynaklanıyor.
Öğlen sıcağının kendini iyiden iyiye hissettirdiği saatlerde Mostar’a doğru yola çıkıyoruz.
Bosna Hersek’in Mostar şehrini tam ortadan bölen Neratva nehrinin üzerinde yaşlı bir köprü Mostar köprüsü.
Mimar Sinan’ın öğrencilerinden olan Mimar Hayrettin’in inşa ettiği köprü, zaman içinde çok yara alsa da her seferinde yeniden ayağa kalkmış.
Yaz sezonu olduğundan Köprünün üzerinde iğne atsanız yere düşmüyor o kadar kalabalık ki zorlukla karşıya geçiyoruz.
Koski Mehmet Paşa camiinde öğlen namazını eda ettikten sonra biraz dinleniyoruz. Eğri Köprü (Küçük Mostar Köprüsü) de hatıra fotoğrafı çekinip bakırcılar sokağında geziniyoruz. Hava çok sıcak ve ortam kalabalık fazla oyalanmadan Sarayevo’ya dönüşe geçiyoruz.
Ertesi gün Baş çarşı, Gazi Hüsrev Bey Cami, Sebil, Latin Köprüsü, Saraybosna Katedrali, Kovaçi Şehitlik Mezarlığını Aliya İzzet Begoviç kabrini ziyaret edip, Saraybosna Sarı Kaleye çıkıyoruz. Kaleden kuş bakışı Sarayevo’yu tepeden seyretmenin tadına doyum olmuyor.
Ertesi gün Saray Bosna’ya veda ederek Sırbistan’a doğru yola çıkıyoruz.
Sırbistan’ın başkenti Belgrad’da yine Booking’den ayarladığımız, Sırp ev sahibi Aleksandr’ın yolladığı konumla kalacağımız eve geliyoruz. Belgrat’ın az dışında yeşillikler içerisinde bir mahalle burası. 2+1 Daireye yerleşip biraz dinlendikten sonra Bayraklı camiyi ziyaret ediyoruz. İmamı Bursalıymış izinde olduğu için tanışamadık. Kütüphanesine kitaplarımı imzalayarak hediye ettikten sonra Belgrad Kalesi (Kalemegdan) yöneliyoruz.
Sava ve Tuna nehirlerinin buluştuğu noktada yükselen bir tepede yer alıyor. Sol yanda durgun akıp gelen Sava, Kalemegdan’ın hemen önünde Tuna ile buluşuyor tıpkı Leylasına kavuşan Mecnun gibi.
İki Nehrin suları birbirine karışıyor kalenin en dibinde….
Tarihi Belgrad kalesi Osmanlıdan kalan eserlere ve geniş parklara da ev sahipliği yapıyor. Belgrad kalesine giriş çıkışı sağlayan kapılardan birinin adı Stambol Kapija yani İstanbul kapısı. Surlarla çevrili bu alana bu kapıdan giriliyor.
Saat kulesini geçince karşınıza “Mora Fatihi” olarak bilinen Damat Ali Paşa’nın türbesi çıkıyor. Burada Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa’nın 1578 de yaptırdığı bir çeşme bulunuyor. Çeşmeyi arkanızda bırakıp biraz daha ilerleyince gözleriniz muhteşem bir şehir manzarasıyla ve yeşille şenleniyor tabi ruhunuzda.
Tarihte yıllar boyu Osmanlıya ev sahipliği yapan kent Belgrad, birçok güzel eserleri barındırıyor kalbinde.
Kaleden manzara muhteşem görünüyor. Osmanlının 357 yıl hüküm sürdüğü bu topraklar bugün de özellikle Türklerin uğrak noktası. Kanuni Sultan Süleyman’ın işte bu yoldan geçtiği söyleniyor ve biz şimdi de atalarımızın ayak izini takip ederek Belgrad kalesinde geziniyoruz. Tarih kokan kalenin içerisinde kalenin ana üssüne yol almaya devam ederken özellikle hendekler dikkat çekiyor. Tarihte bu hendeklerde su yokmuş ama kuru samanlarla bezeliymiş hendekler.
Düşmanın geldiğini haber alan kaledeki askerler hemen o samanları aleve verirlermiş yani kaleyi ateşle korurlarmış.
Kale meydanını gezerken İstanbul’da İstiklal caddesinde geziyormuşsunuz hissine kapılıyorsunuz. Trafiğe kapalı alanda müzik yapan gençler burayı da şenlendiriyorlar. Gece ilerleyen saatlerde bu meydan cıvıl cıvıl insan kaynıyor.
Balkan turu yapmak isteyenlere burayı da listenize alın derim pişman olmaz aksine çok memnun kalırsınız.
Ertesi gün Üsküp’e dönüş yine dağları aşarak patika gibi yollardan geçerek meşakkatli ama bir o kadar da yeşilin her tonunu ayı anda görebileceğimiz yollardan geçerek Üsküp’e ulaşıyoruz. Çocukların uçağı akşam üzeri, Üsküp çarşısında Beylikdüzü’nden ailesi ile Üsküp’e gelen aile dostlarımız Sait Kaptan, eşi Güler Hanım ve kızları ile buluşup birlikte vakit geçiriyoruz.
Havaalanına çocuklarımızı bırakıp tekrar aile dostlarımızın kaldığı eve geliyoruz. Akşam Üsküp’ü tepeden seyretmek için Milenyum haçının eteklerine kadar araba ile çıkıyoruz. Mesai saati bittiğinden teleferikler çalışmıyor. İki yıl önce geldiğimizde teleferikle Milenyum haçına çıktığımızdan dolayı bu kez çıkmak istemiyoruz. Fakat tepede gece aydınlatma yok her yer zifiri karanlık olduğundan dolayı tepeden Üsküp’ü seyredip Şehir parkına gelip çay demliyoruz.
Yine sabah oldu Sait kaptan ve ailesi ile vedalaşıp Yunanistan’a doğru dönüşe geçiyoruz.
Selanik Yunanistan’ın ikinci büyük kenti ve Yunanistan Makedonya’sının yönetim merkezi.
Atatürk evi müzesini ziyarete İzmir’den turla gelmişler sıra çok dışından fotoğraf çekinip Beyaz kule, Aristoteleus meydanını, Galerius kemerini, Rotundayı, Küçük Ayasofya kilisesini gezip Kavalaya doğru yola çıkıyoruz.
Kısa bir not düşeyim, Yunanistan çok pahalı bir ülke. İki küçük şişe Uludağ limonata 4 euro.
Kavala da çoğu yerde Osmanlının izlerine rastlamak mümkün. Tarihi evler ardışık sıralanmış ve Osmanlı mimarisine göre yapılmış. Cumbalı evlerin pencereleri ve balkonları rengârenk çiçeklerle süslü sanki Eyüp’te yürüyüşe çıkmışınız hissiyatı veriyor. Camilerin birçoğu burada kapatılmış ya da kültür merkezi olmuş.
Taşlı yollardan Kavalalı Mehmet Ali Paşa Konağına ve heykeline doğru yürürken her yerden kedilerin çıkması beni mutlu ediyor.
Mısır valisi, Kavalalılar Hanedanının kurucusu, Mısırın ilk Hıdivi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın 1805 yılında Mısır valisi olması ile başlayan Mısır meselesi,1813 yılında siyasi kimliğe bürünmüş, Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Yunan isyanını bastırması karşılığında kendisine vaad edilen toprakları alamadığı için ayaklanmış ve Osmanlı devletine karşı isyan çıkarmış.
Heykelinin önünde fotoğraf çekinip internetten araştırdığımız “Meltemi” balık lokantasına sahile iniyoruz. İlkindi namazı için lokantanın yetkilisinden izin alarak bir köşede namazımızı eda ediyoruz. Sonradan öğreniyoruz ki sadece adı Türk, işletmecisi Yunan. Ama sağ olsunlar namaz için bize kolaylık sağlıyorlar.
Bir porsiyon hamsi, bir porsiyon mezgit yanında salata birer içecek 45 euro.
Oranın halkıda pahalılıktan şikâyet ediyor.
Akşam olmak üzere İskeçe’ye doğru yola çıkıyoruz. Akşam namazını Hürriyet camiinde kıldıktan sonra Antika meydanında biraz soluklanıp, rotamızı Gümülcine’ye çevirdik. Yol üzerinde bulunan hotelde konakladıktan sonra sabah Gümülcine’de bulunan Eski Camiyi ziyaret ederek İpsala sınır kapısına doğru hareket ediyoruz.
İpsala sınır kapısına doğru yaklaştığımızda karşıdan görünen ve nazlı nazlı sallanan Ay Yıldızlı bayrağımızı görünce Vatanımıza, topraklarımıza yaklaştığımızı anlıyor ve çok mutlu oluyoruz. Sorunsuz bir şekilde Yunanistan gümrüğü ve polisinden geçerek Türk topraklarına girmenin heyecanı ile eşim arabadan inerek toprağımızı öpüyor.
Arabamızla çıktığımız Balkan turunda, 8 günde 7 ülke gezerek “Yaşlıyız ama geziyoruz biz yaşlı gezginleriz” mesajı vererek bir başka ülkede buluşmak üzere şimdilik hoşça kalın diyoruz.
Rabbim nasip ederse sırada 27 Aralık Almanya Duisburg kitap fuarı var. Uçak biletlerimizi çok önceden aldık bile…
Selam ve Dua ile
Aynur Yavuz