Dünyayı keşfetmek için gezmek hobi değil, imkânı olan her vatandaşın görevidir. Müslümanca gezmek bir nevi cihattır da diyebiliriz. Hayret veren doğal güzellikle, tarihi kalıntılar ve o coğrafyada ibret alınacak olaylar insanın gözünü, gönlünü ve ufkunu açar.
Her şehrin mutlaka kendine özgü karakteristik özellikleri, tarihi, doğal ve kültürel zenginlikleri vardır. Bizde eşimle birlikte bu tarihi dokusu olan şehirleri fırsat buldukça geziyor, kültürel zenginliklerini yerinde görüp orada yaşayan yerel halk ile tanışarak örf ve adetlerini öğrenmeye gayret ediyor, izlenimlerimizi murekkebinrengi.com internet sitemizde gezi notları bölümünde sizlerle paylaşıyoruz.
Eşim TSK da görev yaparken evliliğimizin ilk yıllarında Kıbrıs’ı çok istememe rağmen tayinimiz çıkmamıştı. Sonraki yıllarda ise müfredat programında farklılıklardan dolayı çocuklar okula adapte olamazlar endişesi ile biz tayin istememiştik. Hep gidesim göresim vardı Kıbrıs’ı. Kısmet bu günlere imiş.
GİTTİK GÖRDÜK GEZDİK
Uçağımız akşam saatlerinde indi Ercan havalimanına. Önceden ayarlanan araç kiralama şirketi ile irtibata geçerek aracımızı kiraladık ve teslim aldık. Hava limanından çıkmadan önce Vodafone bayine gidip hat almayı ihmal etmedik. Navigasyon ulaşımda büyük fayda sağlıyor.
Mağusa orduevine doğru yola çıktık. Kıbrıs’ta trafik soldan akıyor. Arabada direksiyonda silecek ve sinyallerde sol tarafta. Eşim Nurettin birazcık bocalama geçirse de kısa bir süre de arabaya da trafiğe de alıştı. Tabi alışana kadar sinyal vereceği zaman önce silecekleri çalıştırıyordu.
Kapalı Maraş bölgesinin nizamiyesinde Kuzey Kıbrıs Silahlı kuvvetleri nizamiyesinde durdurulduk, Görevli asker nereye gittiğimiz sordu. Orduevine gideceğimizi söyledik. Kimlik kontrolu yapılıp kalacağımız yere giderken nöbetçi askerler üniversite öğrencisi genç kızı da orduevine bırakır mısınız? diye ricada bulundu. Çünkü kapalı Maraş bölgesinden geçecektik ve burası yaya yoluna kapalıydı. Sağlı sollu terk edilmiş binaların arasından geçerken üniversite öğrencisi genç kız bize bu bölgeyi tanıtmaya başladı.
“Kapalı Maraş, Kıbrıs’ın fiili bir toprağı olup ve şu anda Kuzey Kıbrıs’ın kontrolu altında olan Gazimağusa’nın güney mahallesindedir. 1974-1990 yılları arasında Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığının idaresine verilmiş, birinci derecede askeri yasak bölge ilan edilmiş. Bu yüzden gün içinde sadece belli bölgeler yaya trafiği ve turistlerin ziyaretine açılıyormuş.” Gecenin karanlığında kapı ve camları kırık binalar yine de tüm heybeti ile gelip geçen arabaları selamlıyorlardı. Orduevi, Rumlardan kalma güzel bir otel sahile sıfır. Denizin dalga sesleri odaya kadar geliyor. Sabah güneşin ilk ışıkları denize vurduğunda sahildeki kumlar altın rengini alıyor.
İLK DURAK GAZİMAĞUSA LALA MUSTAFA PAŞA CAMİ
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin en büyük iki camisinden birisi.1328 de Katedral olarak açılmış, 1571 de Osmanlı devleti tarafından bölgenin ihtiyacını karşılamak için Camiye çevrilmiştir. Yakın doğuda hayatta kalan en etkileyici Frenk binalarından biridir. İki rekât mescit namazı kılıp, avlusunun tam karşısında bulunan Namık Kemal Meydanına gidiyoruz. Bu Meydan Venedik Sarayının avlusunda yer alan, dikdörtgen planlı ve iki katlı bir yapıdan oluşuyor.
Namık Kemal’in “Vatan yahut Silistre” oyununun 5 Nisan 1873 tarihinde İstanbul Gedik Paşa tiyatrosunda oynanmasından sonra ise 9 Nisan 1873 tarihinde Kıbrıs’a sürülmüş, önceleri alt kattaki zindana kapatılmış, bir süre sonra Veyis paşanın izni ile üst kata çıkarılmıştır. 3 Haziran 1876 senesinde 5. Murat tarafından af edilerek İstanbul’a dönmüş.
Ardından kısa bir yürüme mesafesinde bulunan Buğday camiyi ziyaret ediyoruz. 1571’den sonra Osmanlılar, adadaki hakimiyetleri döneminde bu tarihi kiliseyi Camiye çevirmişler ve ibadete açmışlar. Gazimağusa’da Buğday cami olarak adlandırılan özü kilise olan bu cami, İngilizlerin döneminde patates, hububat vb. amaçlar için ambar olarak kullanıldığından dolayı “Buğday” cami adını almış.
Gazimağusa’ya 6 kilometre uzaklıktaki Salamis harabelerini de görmeden geçip gitmek olmaz elbette. Kıbrıs’ın en görkemli en büyük ve en güzel görülmesi gereken tarihi kalıntılar. Dünyaca ünlü ve heykelleri çok değerlidir. Antik tiyatrosu, büyük sütunlarla çevrili saray kalıntıları Tarihi eski hamamı görülmeye değer. Salamis harabelerinde çok vakit kaybetmeden rotamızı upuzun altın sarısı kumsalları, el değmemiş doğası ve geçmişin görkemine tanıklık eden tarihi kalıntılarıyla adanın en özel yerine Dipkarpaz’a çeviriyoruz.
Adanın kuzeydoğusunda yer alan Dipkarpaz, caretta carettaları yeşil kaplumbağaları ve yabani hür eşekleri ile adını duyuruyor. Evet, yanlış okumadınız hür eşekler adını alan yabani eşekler, Zafer burnunda bulunan Apostolos Andreas manastırına doğru karşılıklı iki aracın yan yana zor geçtiği çukurlarla dolu bozuk yolu kesip, gelen giden araçların açık camlarından kafalarını sokup yemek istiyorlar. Bizim gibi bu olaya şahit olan araçlar eşeklere çarpıp kaza yapmaktan dolayı hafif bir korkuya kapılsalar da eşeklerin sevimliliğinden olsa gerek üzerlerindeki korkuyu atıp eşeklerin başını okşamaya başlıyorlar. Önceden bilgilendirilen turistler yanlarında getirdikleri meyveleri ellerinde tutarak eşeklere yediriyorlar. Biz hazırlıklı olmadığımızdan dolayı yolumuzu kesen eşeklere sadece sevgimizi verdik başlarını okşamakla yetindik.
Apostolos Andreas Manastırı 18.yy da inşa edilmiş, İsa’nın havarilerinden Apostolos Andreas’a adanmış. Bana göre bu manastır çokta görülmeye değer bir yer değil. Yolumuzu kesen Hür eşekleri seve seve bozuk ve çukurlarla dolu yoldan geri Mağusa’ya dönüyoruz.
Ertesi gün sabah namazını eda edip vakit kaybetmeden Girne’ye doğru yola çıkıyoruz. Günler çok kısa güneş ışığından mümkün olduğunca faydalanmak gerek. Çünkü burada hava karardığı an saat 18.00 dan sonra çarşı esnafı kepenklerini kapatıyor evlerine çekiliyor.
Girne Orduevine girdiğimizde olağan üstü bir hazırlık gözümüze çarpıyor. Rütbeli subaylar ve askerler tören kıyafetlerini giymiş tören saatini bekliyorlar. Bu hazırlığın sebebini sorduğumuzda; 15 Kasım Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kuruluş yıldönümü diye cevap verdiler.
Kahvaltıyı müteakip arabayı Girne orduevine bırakıp sahile doğru yürüdüğümüzde otantik eski liman olan Girne Antik limanının da (Kyreina) törenler için hazırlanıp süslenmiş olduğunu gördük. Yolları Arnavut kaldırımları ile döşeli tarihi Girne Kalesinin yanında iki katlı yüzyıllara meydan okuyan binalar restoranlara dönüştürülmüş.
Girne limanında dik bir Arnavut kaldırımında bulunan Ağa Cafer Paşa Camisini ziyaret ediyoruz. Lakin tadilattan dolayı kapalı. Önünde bir iki fotoğraf alıp geri sahile dönmek için Arnavut kaldırımlarının taşlarının tadını çıkara çıkara yürürken yanımızdan bir araç geçiyor, kafasını penceren uzatıp “hayırlı cumalar” diye sesleniyor. Selamına hayırlı cumalar diyerek cevap veriyoruz az ötemizde duruyor içinden 50- 55 yaşları civarında uzun boylu bir beyefendi iniyor. Adının Ahmet olduğunu söyleyerek Arabanın bagajını açıyor, içinde kuru ot olan bir poşeti bana uzatıyor. Şaşkınlığımıza aldırış etmeden otun adının Molehiya olduğunu söyleyip başlıyor yemek tarifine. Koyuncuk etiyle pişirilir mutlaka kuyruk yağı olmasa yemeğin tadının olmayacağını ayak üstü anlatıyor. Ardından bir paket Molehiya daha uzatıyor. Ücretini ödeyelim diye ısrar etmemize rağmen para kabul etmiyor ve bize Cuma namazını nerede kılacağımızı soruyor. Nasipse Lefkoşa’da kılmayı planlıyoruz dediğimizde; “Ben her Cuma namazını Lefkede Şeyh Nazım Kıbrıs inin dergahında kılarım sizi de götüreyim” diyor. Eşim Nurettin “Zamanımız kısıtlı programımızda lefke yok” dediği halde Ahmet Bey Lefkede ısrar ediyor. Bunda da var bir hikmet diyerek Cuma namazı için Girne orduevinde bıraktığımız aracımıza binerek lefke ’ye doğru yol çıkıyoruz. Yaklaşık bir saatlik yolculuktan sonra Lefkede bulunan Şeyh Nazım Kıbrıs inin dergahına varıyoruz. Türbesinde dua edip, dergâhın bahçesinde ikram edilen çorbayı içip Cuma namazını cemaatle birlikte eda ediyoruz. Namaz sonrası Ahmet beye veda ederek Lefkoşa’ya doğru yola çıkıyoruz.
Ve Son Durak Lefkoşa
Lefkoşa da bulunan tarihi Girne kapısına geldiğimizde saatler 15:00 gösteriyordu. Kapıyı geçerek sur içine girdik. İlkindi namazı için ilk durağımız tarihi Saray önü camii. Lefkoşa’nın Surlar içi bölgesinde yer alan Sarayönü Camii’nin bulunduğu alana Osmanlı döneminde “Orduönü Meydanı” adı verilirmiş. Eski bir Latin kilisesiyken camiye çevrilip, 1890’lar itibariyle harap bir vaziyette bulunduğundan, Ali Paşa tarafından 1902 yılında yeniden yaptırılmıştır. Arap tesiri bulunan caminin çok değerli bir ahşap tavanı vardır.
Namazı eda ettikten sonra etrafı seyrederek tadilatta olan Selimiye camine gittik. (Tarihsel ismiyle Ayasofya cami diye de anılır) kentin ana camisi olup yapımına 1209’da Ayasofya Kilisesi olarak başlanmış. Kıbrıs adası Rumlardan temizlenip Türklerin eline geçmesi ile cami olarak kullanılmaya başlanmış. Fransız mimar ve ustaları tarafından inşa edilen katedral, Orta Çağ mimarisinin güzel bir örneğidir. Kapının üzerindeki taş oyma pencereler Gotik sanatın güzel bir örneği. Girişin iki yanında bitirilememiş çan kulelerinin üzerine atalarımız Osmanlılar tarafından minareler oturtulmuş.
Selimiye cami tadilatta olduğu için içini gezmek mümkün olmadı. Hemen az ilerisi tarihi Bedesten çarşısı. İçinde sıra sıra dükkanların olduğu tarihi mekânlar bende Kapalıçarşı’mızı hatırlattı. Büyük handa hediyelik eşya satan dükkanları gezerken kendimi Bursa Koza handa geziyormuş gibi hissettim. Oradan çıkıp Mevlevi Tekke Müzesine giderken yolumuzun üzerinde gördüğümüz Kumarcılar hanının ismi de dikkatimizi bu hana çekmemize neden oldu. Acelemiz olduğundan içeriyi gezmeden Mevlevi Tekke Müzesine doğru yürümeye başladık. Tekkeye geldiğimizde hava kararmıştı ve tabi kapalıydı dışından dua ettik Mağusa’ya gitmek üzere park ettiğimiz aracımızın yanına döndük. Yine bir saatlik yolculuktan sonra bizi geldiğimizden beri ısrarla üç gece akşam yemeğine davet eden eşimin devre arkadaşı Salih bey ve kıymetli eşi Kıbrıs’ın yerlisi Şefika hanımların evlerine doğru yola çıktık.
Rabbim iyilerle karşılaştır diye her daim dua ederim. Uzun yıllar sonra karşılaşan eşim Nurettin ve Salih Bey üç akşam yemekte anılarını anlatıp hasret giderirken bende ilk defa Kıbrıs gezisinde tanıştığım bizi yuvalarında misafir eden, gönül kapılarını ardına kadar açan, insana ve hayvana değer veren sokak hayvanlarına şefkatle bahçesinde yer yapan Şefika Hanım ile sohbet ettim ve onu tanımaktan çok mutlu oldum. Güzel, samimi ve naif ev sahipliği için tekrar teşekkür ediyorum.
Cemal Süreyya’nın güzel cümleleri ile yazımızı noktalayalım.
“Güzel insanlar biriktirin hayatınızda!
Bencil olmayan, kırmayan, özür dilemesini bilen.
Hoşgörülü insanlar alın hayatınıza, sizi olduğunuz gibi kabul eden.
İyi dostlar biriktirin, Aramızda kalsın demeye gerek olmasın
Ömre ömür katan insanları tutun yanınızda.
Çünkü hayat vakit kaybedilmeyecek kadar çok kısa.”
Aynurcum yüreğine, kalemine sağlık bende bir mevlevi şeyhi torunu olarak Kıbrıs mevlevihanesini çok kez dinledim büyüklerimden anlatımınla adayı gezdim hayali olarak rotanız bol olsun inşallah bizde keyifle okuyalım
hem yazar hem çizer hem gezer,yine dolu gezmışsin aynur abla kimisi bakarak gezer kimisi yaşiyarak gezmeye gidicek(ben)gibi inswnlar icinde ön bilgi oldu kalemine sağlık.
Harika bir gezi yazısı olmuş. GaziMağusa da doğmuş biri olarak, görmeden gezmiş oldum.Teşekkür ederim
Rabbim gezinizi yazınızdada dediğiniz gibi cihad etsin benim gibi gençlere de nasip olsun duanızı eksik etmeyiniz
Saygılar
Halacım canım benim gururum ❤️
Ağzına kalemine sağlık olsun gala benim ne güzel bir paylaşım❤️