ARABAMIZ İLE GÜNEY İTALYA GEZİSİ
Eşim Nurettin’in hayaliydi arabamız ile Avrupa turuna çıkmak. Bu hayalini dostları ile paylaştığında “Olmaz Doblo ile zor olur sakın denemeyin” diye uyarı alırdı hep. Evet karavanımız yoktu almak için teşebbüs ettiğimizde ise karavan fiyatları gözümüzü korkutuyordu. Karavan alırsak borçlanır gezi için bütçe ayıramazdık.
Eşim kafasına koymuştu bir kere, ne söyleseler vaz geçmeyecekti. Ben de her konuda olduğu gibi onu destekliyordum.
Günlerce videolar izledi. Önce arabayı kamp arabasına çakma karavana çevirdi. Araba için İhtiyacımız olan buzdolabı, buzdolabını çalıştırmak için akü alarak işe başladı. Ardından iki gözlü ocak ve uluslararası geçerli sertifikalı petrolde doldurulan 12 kg tüp aldı. Çekmeceler yaptırdı. Arka koltukları söktü ve arabayı içinde yatılacak hale getirdi. Arabamız kamp arabası olmuştu.
Bizim yeşil Pasaportumuz olduğu için vize problemimiz yoktu. Eşim arabaya 4.794 tl vererek Avrupa da geçerli bir aylık Yeşil sigorta yaptırdı. Her ihtimali düşünerek kendisi ve benim için1.290 tl karşılığında bir aylık sağlık sigortası da yaptırdı. Böylece yola çıkmak için her şey hazırdı ve o gün geldi çattı.
Yurt dışında dışardan yemek sıkıntılı çünkü helal yemeği her yerde bulamıyorsun o yüzden listemizi hazırlayıp alışverişimizi yaptık ve araca yerleştirdik. 12 Ağustos sabahı saat dokuz gibi “BİSMİLLAH” dedik yola çıktık. İstikamet İpsala sınır kapısı.
Avrupa’da en ucuz yakıtın Türkiye’de olduğunu bildiğimizden İpsala sınır kapısına en yakın petrol istasyonundan Doblomuzun deposunu fulledik.
İpsala sınır kapısına vardığımızda uzun araç kuyruğu vardı. Bizde sıraya girdik beklemeye başladık. Araba sırada iken ben gidip Gümrükte bulunan makineden kişi başı 500 TL olan yurt dışı çıkış pulunu aldım.
Nihayet iki buçuk saat bekleme sonucunda sıra bize gelmişti. Türkiye kapısından çıkış mührü pasaportlarımıza vuruldu, Yunanistan’ın Alexandroupoli kapısında da bir süre bekledikten sonra sıkıntısız bir şekilde Yunanistan gümrüğünden de geçtik. Dedeağaç’a (Alexandroupoli) doğru rotamızı çevirdik. Yunanistan otobanlarında adım başı gişeler bulunmakta. Kısa mesafelerde 1.-1,5 euro otoban parası alıyorlar. Her otoban parası verdiğimizde Deli Dumrul geldi aklıma ve eşime dedim ki, Deli Dumrul bile bunlardan insaflıymış. O hiç olmasa köprünün başında bir kere alıyormuş köprü parasını bunlar her adım başında alıyorlar.
Öğlen namazı için Osmanlıdan kalma ibadete açık Dedeağaç’ta Selahattin camide namazımızı eda ettik. Bakımsız binaların arasına sıkışmış bir cami Selahattin cami Dede ağaç cami diye de biliniyor. Vakit öğle ile ilkindi arası olduğundan camide tek bir cemaate rastlamadık. Öğle namazını Eşime uyarak eda ettik. Telefonları ve buzdolabı aküsünü şarj etmek üzere esnaftan aldığımız bilgilerle yol üzerinde bulunan kafeye doğru yola çıktık. Telefonlar ve akümüz şarj olurken kahvemizi yudumladık.
Molayı müteakip ertesi gün Arnavutluk Avlonya’dan (Vlero) kalkarak İtalya Brindisi ‘ye gidecek Feribota binmek için navigasyonumuza Avlonya yazıp düştük yola. Dedeağaç’tan Yanya’ya kadar otobanda 12 noktada Deli Dumrul’u anarak yol aldık. Otoban Çıkışında gördüğümüz dinlenme tesisinde durup geceyi arabada geçirdik. Sabah Çayımız demleyip kahvaltımızı yaptıktan sonra tekrar yola çıktık.
Yanya’dan sonra navigasyonun rotası bizi otobandan çıkardı vurduk dağ yollarına. Hava 39 – 40 derece sıcak. Yol geliş gidiş. Çok virajlı ve dar. Önümüzdeki koca dağları aşmak için sürekli tırmanıyoruz. Bazen karşıdan gelen kamyonu bekliyoruz, bazen durup radyatöre su serpiyoruz yılan gibi kıvrıla kıvrıla tırmanıyoruz. Derken inişe geçiyoruz sağımızda berrak köpüklü suları ile bizimle birlikte yokuşu inen derenin yanında durup buz gibi suyunda serinliyor ikindi namazımızı eda ediyor tekrar yola koyuluyoruz.
Tekrar tırmanış. Bu tırmanış ne zaman bitecek derken virajı dönüyoruz karşımızda Yunanistan Arnavutluk sınır kapısı. Sınırda hafif bir yoğunluk var. 30 dakikada problemsiz sınırı geçiyoruz. Arnavutluk topraklarındayız. Avlonya’ya doğru yol alıyoruz. Yolda bir kafede durup Telefonlarımızı ve Akümüzü şarj ederken kafede ki insanlar ile tanışıp karşılıklı ikramda bulunup beden dili ve Google çeviri yardımı ile sohbetler ediyoruz. Şarjlarımız doldu yola revan olma zamanı geldi.
Bulunduğumuz dağın zirvesinden önce deniz göründü sonra Avlonya. Manzara o kadar güzeldi ki, dayanamayıp arabadan indik kuş bakışı Avlonya’yı seyrettik. Avlonya denize paralel dağın eteğinde büyük bir liman şehri. Birkaç resim çektikten sonra Avlonya limanına vardık bu arada 14:15 deki feribotu kaçırdık. Bizde ertesi gün aynı saatte ki feribota 2 kişi 1 Doblo araç için 90 Euro ya acenteden biletlerimizi aldık ertesi gün saat 12;00 da limanda olmak üzere sahilden ayrıldık. Google ’ye Avlonya’da ki en yakın camiyi sorduk bizi Muradiye camiine yönlendirdi. Camiye vardığımızda camii görevlisi etrafı temizliyordu. Bizi hoş karşıladı abdest almamız için kilitli tuvaletleri açtı. Abdestimizi alıp öğle namazını eda ettik. Cami görevlisi bize yardımcı olmak için çabaladı. Otel bulmak maksadı ile birkaç yere telefon etti lakin yer bulamadı. Cami hocasının Türkçe bildiğini ve İlkindi namazında camiye geleceğini söyledi. İkindi vakti yaklaşınca Aryan Hoca camiye geldi. Kendisi ilahiyat fakültesini İstanbul da Marmara Üniversitesinde okumuş. Türkçesi mükemmel. Akşam namazı sonrasına kadar sohbet ettik. Gece ilerlemişti karnımız acıkmıştı Aryan Hocanın yönlendirmesi ile Ciao İtalya Pizza helal restaurant’a doğru giderken Şarjı tutmayan telefonumun pilini değiştirmek için açık olan bir telefoncudan içeriye girdik. Selam verdik telefoncunun da adı Aryandı. Kendisi Arnavut Müslümanlarındanmış. Hem sohbet ettik hem de 45 euro karşılığında telefonun pilini değiştirdik. Gerçekten Arnavutluk’ta karşımıza çıkan herkes çok ama çok yardımsever ve güler yüzlüydü. Müslüman lokantasında içimize sinen akşam yemeğinin ardından camiye yakın ana caddeye özel hastanenin önüne park etmiş olduğumuz arabamızda sabahladık.
Sabah olduğunda biz kahvaltımızı yaparken Aryan Hoca ve tamirci arkadaşı tekrar geldiler. Aryan hocaya Yası Tutulamayan Hayatlar romanımı takdim ettim çok mutlu oldu ve okuyacağına dair söz verdi. Vedalaşıp Feribota gitmek üzere yanlarından ayrıldık.
Feribota saat 12;00 de binebilmek için araç kuyruğuna girdik bayağı uzun bir sıranın ardından Feribota bindik. Ne arandık ne de sıkıntı çektik sadece pasaportlara ve biletlere baktılar. Feribotta bindiğimizde aracı park edip yukarı salona çıktık. Salonda yuvarlak masalar ve etrafında yine yuvarlak bir sürü koltuklar vardı ama ikişer üçer hepsi dolu görünüyordu. Girişte platform gözüme çarptı orada telefon şarj etmek için prizler vardı. Hemen yere oturdum telefonu prize taktım beklemeye başladım. Karşı masada oturan bir beyefendi eliyle koluyla bize buraya gelin işareti yapıyordu “Aha dedim kendi kendime buralarda da bir tanıdığa rastladık galiba” davete icabet ettik bizi çağıran beyefendinin eliyle işaret ettiği boş koltuklara oturduk. Konuşmalarından anladık ki, Türk değil Fransız’mış. Ailesi ile birlikte seyahat ediyordu. Gülümseyerek selam verdi bizde selamın aldık. Sonra birden yanıma geldi elindeki telefondan bizim şöbiyet baklavanın resmini göstererek, çeviri ile baklava tarifi istedi. Müslümanmış baklavayı da çok seviyormuş. Youtube den şöbiyet baklavanın tarifini buldum kendisine gösterdim oda ekran resmini aldı teşekkür etti. İsmini, cismini, dilini bilmediğimiz insanlarla biraz beden dili biraz çeviri ile muhabbet ederek 5 saatin nasıl geçtiğini anlamadan akşam üzeri İtalya’nın Brindisi limanına geldik.
Feribottan indiğimizde İtalyan polisi bizi Türkçe “Hoş geldiniz” diyerek karşıladı. Çok mutlu olmuştuk. Türkçe biliyor musunuz? diye sorduğumda “birazcık” diye cevapladı. Belli ki! Türkiye’ye, Türklere karşı sempati duyuyordu bizi hiç bekletmedi pasaportlarımızı eline alarak işlemleri bizzat kendi yaptı.
Ufak bir Brindisi turunun ardından ücretsiz kamp alanı bulduk yerleştik. Akşam yemeğini arabamızda pişirdikten sonra masamızı açtık yemeğimizi yedik Namazlarımızı eda ettik. Arabamızı yatak durumuna getirip dinlenmeye çekildik. Gemi yolculuğu bizi yormuştu deliksiz bir uykunun ardından sabah kahvaltımızı yaptık ardından Napoli’ye doğru yola çıktık. Yolumuzun üzerinde Taranto vardı orada konaklamaya karar verdik kamping alanı araştırmaya başladık. Campeggio Verde Mare kamp alanına gecelik konaklama 25 euro ödeyerek yerleştik. Ormanın içinde duşu elektriği olan güzel bir yerdi. Hemen yakınında bulunan sahiline de bayıldık. Kamp alanında yanımızda karavanıyla yalnız seyahat eden Polonya asıllı Alman vatandaşı Kimbirella ile tanıştık hemen kaynaştık. Türklerin misafirperverliğini, Tirebolu Türk çayımız ve ikram ettiğimiz yemeklerimiz ile gösterdik.
Ertesi sabah Pompei’ye doğru yola koyulduk. Google den baktığımızda Napoli’ye bağlı Terzigno kasabasında Araplara ait cami olduğunu gördük Pompei’den önce rotayı oraya çevirdik. Terzigno ’da hayat durmuştu sanki. Öğlenin kavurucu sıcağında sokaklar ıssız ve sessiz dükkanların çoğu da kapalıydı hatta cami bile kilitliydi. Market zannederek girdiğimiz dükkân meğerse kasap dükkanıymış. Tavuk almak istediğimizi ama helal olması gerektiğini çeviri ile anlatırken patron olduğunu tahmin ettiğimiz bir bey geldi. Biraz sohbetten sonra eşime iş teklifinde bulundu. Kendisinin Sığır çiftliği varmış Türkiye’ye canlı ya da helal kesim sığır satmak istiyormuş. Eşimde bu konu ile ilgileneceğini söyledi sonrasında doğrattığımız tavuk göğsünü bile “No” helal diyerek bize satmaktan vazgeçti. Anlattığına göre öğrendik ki! Tavukları boğazlarından asıp canlı canlı kaynar suya batırıyorlarmış. Sığırları da alnının ortasından tek kurşunla vurup öldükten sonra kesiyorlarmış. Kendisi helal eti Kuzey İtalya da bulacağımızı buralarda helal et olmadığını söyledi.
Pompei ye geldiğimizde akşam olmak üzereydi. Booking’den mesajlaşarak bulduğumuz kamp alanını aramakla biraz vakit kaybetsek de yerin dolu olduğunu bizi içeri alamayacaklarını söylediler. Bizde şehrin merkezine doğru başka kamp alanları bulmak için hareket ettik. Şehrin tam ortasında polis karakolunun önünde otoparka arabamızı 2 euro karşılığında park ettik. Eşimin aklına polislerden yardım istemek geldi. Karakolda rütbeli bir memur bizimle ilgilendi. Önce hemen karşıda gözüken pizzacıya bizi yönlendirdi sonra da eliyle eski Pompei’nin hemen etrafında bulunan kamp alanlarını tarif etti. Teşekkür ederek ayrıldık. Önce Pizzacıda Müslüman Afrikalı bir garsonun tavsiye ettiği vejetaryen pizzamızı yedik ardından polis memurunun tarif ettiği Kamp alanına gittik. Yorulmuştuk sıcak ve nem bizi perişan etmişti. Saat gece yarısını gösterirken Pompei kalıntılarının tam karşısında Spartaküs kamp alanına geldik. Bir geceliğine 28 euro ödeyerek ağaçların altına bol sivri sinekli bir alana yerleştik. Ertesi gün gün ışığı ile birlikte kamp alanının güzel olduğunu fark ettik. Ortak kullanım alanlarına çamaşır makinası bile koymuşlardı tabi ücret dahilinde. Leğende çamaşır yıkamak içinde ayrıca yer yapmışlardı. Duşları kadın erkek ayrı, kapılar içerden kitlenebiliyordu. Tuvaletlerinin hiçbirinde tahrat musluğu olmamasına rağmen temizdi. Ani bir kararla bir gece daha kalmaya karar verdik.
Kahvaltının ardından Pompei kazılarının bulunduğu alana geldik. Gişenin önünde müthiş bir kalabalık vardı. Sıraya girip beklemeye başladık. İki kişi 36 euro ödedikten sonra Pompei kazı alanına girdik. Önce Arena ardından dar sokaklardan geçerek meydana geldik. Her yerde devasa heykeller ve zenginlerin yaşadığı bahçeli havuzlu konaklar. Fakir halkın yaşadığı evler dar sokaklardan ve küçük binalardan oluşuyor. Yolumuz yine küçük bir meydana çıkıyor meydanın içinde bölünmüş odalarda taşlaşmış insan bedenleri sergileniyor o kadar büyük bir alan ki gezmekle bitmiyor ayaklarımıza kara sular indi. Sıcaktan tansiyonum yükseldi çıkışı bulmakta zorlandık. Çıkışa gitmek için yine taşlaşmış insan bedenlerinin olduğu müzeyi gezdik Allaha şükür klimalar burada çalışıyor. Birbirine sarılmış taş olmuş bedenlere bakarken dua ediyoruz. “Allah’ım azabından gazabından yine sana sığınırım”
Pompei’den sonra Napoli’ye doğru yola çıkıyoruz. Napoli, İtalya’nın Roma ve Milano’dan sonra gelen üçüncü büyük şehri. Dünyanın en büyük arkeoloji müzelerinden birine ev sahipliği yapan Napoli’de Pizza yemeden gezintiye çıkılmaz diyerek meydana yakın bir otoparka saati 5 £ dan arabamızı park ettikten sonra meydanda ki bir pizzacıda vejetaryen pizzamızın tadına bakıyoruz.
Vejetaryen pizza domates sosu ve peynirden oluşuyor. Helal olmadığını bildiğimiz için etli sucuklu karışık yemiyoruz. İki adet pizzaya 22 £ ödedik. Ardından hemen yanında bulunan Belediye meydanında heykellerden oluşan çeşmeyi geziyoruz. Aşağıya doğru yürüdüğümüzde karşımıza meydanın ortasında etrafına yığdıkları giysilerle dolu çıplak kadın heykeli çıkıyor. Kıyafetler öyle kötü kokuyor ki, hemen heykelin yanından ayrılıyoruz. Orta çağdan kalma Castel Nuovo şatosu heybetiyle görülmeye değer. İçeri girişler kapalı olduğundan önünde resim çekinip Piazza del Plebiscito ya doğru yürüyoruz. Tarihi ile büyüleyen meydanda hiçbir ücret ödemeden gezmek mümkün.17. yüzyılın başlarında inşa edilmiş Piazza del Plebiscito şehrin merkezine konumlanmış büyük bir meydan. Meydan da Kraliyet sarayı, Paola Aziz Bazilikası, Vali ve Salerno sarayı bulunmakta.
Akşama doğru Booking den kalacağımız evi ayarlayıp Roma’ya doğru yola koyulduk. Napoli, Roma arası 208 km Trafik yoğunluğu nedeni ile Roma’ya varmamız 3 saati buldu. Kalacağımız ev Romanın 20 km dışında La Sortada. Evi buluna kadar hava karardı akşam oldu. Nihayet kalacağımız ev sahibesi ile irtibatı sağlayıp eve geçtik. Ev sahibemiz Anna çok tatlı aynı zamanda benim gibi hayvansever. Kedisi peşinden ayrılmıyor. Ev bir oda banyodan oluşuyor. Hemen evrensel dil olan sevgi dili ve Google transit ile anlaştık ve kaynaştık. İki geceliğine 73 £ ödememiz gerekiyorken Anna bizden 70 £ alıyor. Bahçesi karıncalarla dolu küçücük bir oda ama günlerdir arabada yattığımızdan dolayı Anna’nın evi bize saray gibi geliyor.
Ve Roma….
Arabamızı Anna’nın otoparkına bırakıp 1 km ilerden kalkan tren ile Roma’ya gitmeye karar veriyoruz. Kişi başı 1 £ ödeyerek Roma ya ulaşıyoruz Fontana Di Trevi (Aşk Çeşmesi) ne gidebilmemiz için kişi başı 1,5£ ya otobüs bileti alıp otobüse binip gideceğimiz yerin yakınlarında otobüsten iniyoruz. Bir süre dar sokaklardan yürüdükten sonra köşeyi döndüğümüzde tam karşımıza çıkıyor Aşk çeşmesi. Mahşeri bir kalabalık var. İnsanlar fotoğraf çekinebilmek için birbirlerini itiyorlar. Önceden yaptığımız internet araştırmasında meydanda çok hırsızlık olduğunu okuduğumuz için Çantalarımızı önümüze takıp bulduğumuz yerlerde birkaç poz fotoğraf alıyoruz. Fotoğraflarda kocaman bir meydan gibi görünse de, burası binaların arasına yanlışlıkla girmiş ihtişamlı bir yapının önündeki dev bir havuz.
Aşk çeşmesinden çıkıp Corso’dan karşıya geçtiğinizde parlamento binasını görüyorsunuz. Piazza Navova meydanı, fotoğraf çekmek ve yaşamı gözlemlemek için harika bir yer. Meydanın bulunduğu bölgede eskiden bir stadyum yükseliyormuş. Ancak papanın isteği ile 1. Yüzyıldan kalma bu yapı yıkılarak yerine ikonik alanın yapımı gerçekleşmiş.
Roma’ya gelipte Venezia meydanına uğramamak olmaz. Meydana ev sahipliği yapan kentin en gösterişli yapılarından biri olan Vittorio Emanuel’e Abidesinin seyir terasına çıkarak Romanın eşsiz manzarasını seyredebiliyorsunuz.
Via del Corso alışveriş bölgesi. 15. Yüzyıldan beri varlığını koruyor. Roma’yı gezmek için en az iki gününüzü ayırmanız gerekiyor mekanlar birbirine yakın da olsa ’da uzun basamaklı merdivenler insanı yoruyor.
Bunaltıcı sıcaklara ve vampir sivrisineklere dayanamayan ben eşimi dönmeye ikna ediyor Roma’ya veda edip feribota binmek için Bari’ye doğru yola çıkıyoruz.
Bari’ye doğru otobanda hareket halinde iken ani bir karala yolu 40 km daha uzatarak Amalfi sahilinden Salarno ya oradan da Bari ye gitmeye karar verdik. Gerçekten kartpostal gibi yalnız dik virajlı ve kalabalık yolları Amalfi’nin güzelliğine gölge düşürüyor. Çoğu yerde trafik iki araba karşılıklı geçemiyor uygun bir yerde tek sıra olarak durup karşıdan gelen araçlara yol vererek ilerliyor. Amalfi sahili, bölge ve İtalya için gözde bir turistik yer olup, yılda binlerce turisti kendine çekiyor.
Gece 23.00 gibi Bari de 90 euro ödeyerek bir otele yerleşiyoruz. Dik virajlı dar yollar bizi oldukça gerdi ve yordu. Güzel bir uykunun ardından feribota gidip 60 yaş indiriminden faydalanarak 142.5 £ ödeyerek biletlerimizi alıyoruz. Feribot akşam 20.00 da hareket edecek o zaman kadar Bari’nin önce sahilini geziyoruz ardından Svabya kalesini, San Nikolas Katedralini gezip akşama Yunanistan’a geçmek üzere feribota bindik. Sabaha kadar süren gemi yolculuğunda bazen şişme yatağımızda oturduk, uykumuz gelince yattık, sıkılınca güvertede temiz hava alarak dinlenirken Avusturya vatandaşı Adanalı Türk ailesi ile tanışıp muhabbet ettik. Yunanistan’ın Igoumitsa limanına vardığımızda saat 08.00 gösteriyordu. Yine ara kestirme yollardan geçerek akşam saat 23.00 sularında İpsala’dan Türkiye’ye giriş yaptık.
Aslında İtalya turuna çıkarken çizdiğimiz rotada, Milano, Pisa, Floransa, Venedik, Avusturya, Hırvatistan, Macaristan ve Karadağ üzerinden dönüş vardı. Lakin havaların aşırı sıcak olması, Sivrisinekler, börtü böceklerin tacizinde kalarak alerjik reaksiyon göstermem sebebiyle gezimizi kısa bitirmeye karar verdik.10 güne pek çok şehir sığdırdık yeni insanlar değişik kültürler tanıdık deneyimler kazandık. Ve anladık ki! Yazın sıcağında özellikle Ağustos ayında kesinlikle böyle bir geziye çıkmamak gerekiyor. Nedenine gelince; hem çok sıcak, sezon dolayısıyla aşırı kalabalık ve yine sezondan dolayı aşırı pahalı.
Allah c.c sağlık sıhhat ve ömür verirse eğer seneye inşallah kaldığımız yerden devam etmek istiyoruz.
Selam ve dua ile
Aynur YAVUZ
Maşaallah
İsteyince Rabbim nasip ediyor
Bir çok insanda bilgi sahibi oluyor
Teşekkürler