Aylar öncesinden aldığımız Saray Bosna biletinin nihayet zamanı gelmişti.
25 Kasım 2021 Perşembe günü İstanbul Sabiha Gökçen Havaalanından eşimle birlikte Sarajevoya gitmek için uçağa bindik.
Yıllarca kitaplardan ve tv den izlediğim dinlediğim yaralı mahsun Bosnayı yerinde görecektim.
En çokta ecdadımız Osmanlı’nın eserlerini yerinde görmek 1992 de başlayan 1995’e kadar devam eden Sırp Hırvat vahşeti sonucunda şehit edilen yüzbinlerce masumun defnedildiği şehitliklikleri ziyaret etmek istiyorduk.
Bir saat kırk dakika süren uçak yolculuğu sonunda Sarajevo havaalanına indik.
Eşim önceden İnternette araştırma yaparak;
Bosna da nereler, nasıl gezilir? Ne nerede yenir?
Parasının alım gücü nasıl?
Sorularına cevap aramış, kalacağımız otelimizin rezervasyonunu yaptırmıştı.
Önceden bilgi sahibi olduğumuzdan Başçarşı’da bulunan otelimize gitmek için havalanı dışından taksiye bindik. Havaalanından şehre taksi veya toplu taşıtım otobüs var. Otobüs bileti fiyatı kişi başı 5 KM (KM Bosna Markı) Taksiye alandan binerseniz 15€ alan dışından binerseniz 15 KM (1€ = 2KM)
Yol boyunca sıralanan evlerin dışında bulunan kurşun delikleri dikkatimizden kaçmadı.
Taksiciye sorduğumuzda, Bosna savaşında daha doğrusu katliamında Sırp askerlerinin silahlarından çıkan kurşun izleri olduğunu ve katliamı unutmamak hatırlamak için boşnakların kurşun izlerini özellikle üzerlerini kapatmadıklarını anlattı.
City Boutigue otele geldiğimizde hava kararmak üzereydi.
Lobiye girdiğimizde görevli yerinden kalkarak bizi karşıladı.
Adının Emrah olduğunu öğrendiğimiz gencin aslen Adanalı olduğu ve eşinin Boşnak olduğunu ve üniversitede doçent olduğu için Beylikdüzü’nden gelerek Sarajevoya yerleştiklerini ayak üstü anlattı.
Odamıza çıkıp akşam namazlarını kılıp Sarajevonun merkezi olan başçarşıda yürüyüşe çıktık.
Saraybosna şehri yaşayan tarih gibi. Başçarşı’da yürürken kendinizi İstiklal caddesinde yürüyormuş gibi hissediyorsunuz. Cadde de müzik yapan Müslüman gençler söyledikleri ilahilerle ruhlara hitap ediyorlar. Başçarşı’da bulunan Kanuni Sultan Süleyman’ın halaoğlu Gazi Hüsrev Bey Camii ve Türbesi Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerinden. Yatsı ve ertesi gün cuma namazını Gazi Hüsrev Bey camisinde eda ederek cami avlusunda kısa bir keşfe çıkıyoruz.
Avluda bulunan asırlık ağaçlar, şadırvan, medrese ve türbe Bursa ulu camiinde imiş hissiyatı uyandırıyor cemaate.
Doğu-Batı çizgisi; Osmanlı şehir mimarisi ile Avusturya Macaristan şehir mimarisinin keskin bir sınırla ayrıldığı hat olarak işaretlenmiş. Bu hattın doğusunda kalan Osmanlı dönemi şehir mimarisi gözlerimize doyumsuz bir şölen sunarken yapıların ne kadar insani, çevreyle barışık, uyumlu ve sıcacık olduğunu görüyoruz.
Başçarsının ortasında bulunan Osmanlı sebili suyundan içenlere şifa olurken, etrafında bulunan güvercinler, ziyaretçileri karşılamak ve bırakmamak için çırpınıyorlar. Güvercinleri bile tıpkı insanları gibi sıcacık ve cana yakın .Toplu bir şekilde başına koluna sırtına konuyor elimizde, omzumuzda, başımızda dolaşıyorlar.
Başçarşı sokaklarında bulunan Osmanlı dönemi hanları ve avlulu konaklarının çay bahçesi ve kafe olduğunu görüyoruz. Bu tarihi çarşı ve avlularda çayımızı ve kahvemizi yudumlarken kendimizi Sultanahmet meydanında gibi hissediyoruz.
Kısacık bir not düşmeden geçmeyeyim.
Hayran hayran etrafı seyrederken hırsızların hedefi haline gelip çantanızdan cüzdanınızı çaldırmanız an meselesi. Sarajevonun İkinci gününde cüzdanını çaldırıp yaklaşık iki saati karakolda ifade veren birisi olarak sizleri uyarmak görevim diye düşünüyorum.
Karnımız acıktığında öğrencilerin ve Türkiye’den gelen misafirlerin uğrak yeri olan Baba dönerde soluklanıyoruz .
Batman’dan gelerek dönercilik yapan Hamza Günaydın ustanın aslında Avukat olduğunu öğrendiğimizde çok şaşırsakta ,afiyetle yediğimiz Boşnaklara ait cevapi köftesinin ardından Avukat Hamza ustanın döner ve köftede de iddealı olduğuna şahit oluyoruz. Cevapi köfte bizim İnegöl köftesine benziyor, bol soğan kaymak ve yanında Suriye ekmeğine benzeyen bir ekmek ile servis ediliyor.
Şehitlikler ve Saraybosna gülleri
Bosna’da 1992 -1995 yılları arasında yaşanan iç savaş ve katliamın acıları hala taze.
Şehirlerde Sırp katliamının izleri aynı şekilde durmakta. Bosna halkının yüzlerine baktığınızda o yılların buruk tebessümlerin ardına gizlenmiş derin bir hüznün, yaşanan acıların verdiği olgunluğun izlerini hala görebiliyorsunuz. Saraybosna sokaklarında gezerken birçok yerde kaldırımlarda ve asfalt üzerinde parçalı kırmızı boyalı bir metre çapında gül şeklinde işaretler görüyoruz.
Yerdeki işaretlerin anlamını sorduğumuzda Bosnalılar; bu işaretlerin adı Saraybosna gülleridir diyorlarlar .
Savaş zamanında bombaların ve keskin nişancıların şehit ettiği insanların anısını hatırlatmak için yapılmış. Zaten Saraybosna’yı gezerken binalardaki kurşun izleri, Bosna gülleri, şehitlikler vb. her yer size savaşı ve acımasız katliamı hatırlatıyor. Saraybosna güllerinin en büyüğü pazar yeri ve fırın katliamının yapıldığı yerde bulunuyor. Burayı fatihalar ve gözyaşları ile ziyaret ediyoruz.
Başçarşı’daki Osmanlı Sebili’nin karşısındaki sokaktan tepeye doğru çıkan Arnavut kaldırımları ile döşeli sokakta yürürken Yamaçta şehitliğin insanı hüzünlendiren görüntüsü beliriveriyor. Tam tepeden kuş bakışı Şehitliklere bakıp dua ederken “Bu halk çok acılar çekti, çok ağır bedeller ödedi, Saraybosna şu an özgürse bunu sizlere borçlu diyerek beyaz mezar taşlarının altında yatan şehitleri rahmetle minnetle yad ediyoruz.
Aliya’nın kabrini hilal şeklinde çevreleyen küçük havuz, çiçekler ve türbe ayyıldız şeklinde bir görünüm verirken, çevredeki şehit kabirleri ile beraber insanı cennet bahçesinde imiş gibi ferahlatıyor. Medine’de bulunan Mescid-i Nebevi gibi şehitlikten adeta buram buram gül kokusu etrafa yayılıyor.
Saraybosna’da gezerken sanki bir müze şehirde tarihi belgesel izliyor gibi oluyor, adeta tarihin izlerini görüyorsunuz. I.Dünya Savaşı’nın fitilini ateşleyen suikastın olduğu Latin köprüsü üzerinde hatıra fotoğrafı çekerken yanımızdan resmi elbiseli rübbeli bir asker geçiyor eşim emekli asker olduğundan hemen rütbeli subaya selam veriyor, çat pat İngilizcesi ile konuşmaya çalışırken Subayın selamımıza Türkçe karşılık vermesi ile şaşkınlığımız bir kat daha artıyor.
Ayak üzeri sohbetimizde İstanbul’da Hava harp okulunda okuduğunu Türkiye’de eğitim aldığını anlatıyor.
Birinci dünya savaşı, Üzerinde bulunduğumuz
Latin köprüsünün önünde 1914 yılında Avusturya prensi Arşidük Ferdinand’ın çetecilerce öldürülmesi ile başladığını anlatıyor.
Bosna’da diğer tarihi yer, iki caddenin kesişme noktasındaki bir köşede yer alan II.Dünya Savaşı’nda hayatını kaybedenler anısına yapılan ve sürekli yanan Vjecna Vatra (Kan çiçekleri) ateşi(sönmeyen ateş).
6 Nisan 1945’te Yugoslav ordusu tarafından Almanların işgalindeki Saraybosna’nın kurtarılışı anısına yakılan sönmeyen ateş tarihi hatıralardan biri.
25 Kasım ülkede Devlet günü olarak kutlanıyor sönmeyen ateş anıtının etrafı rengarenk çiçeklerle süslenmiş.
Sarajevoya akşam üzeri uçaktan indiğimiz için Cumhuriyet törenini kaçırıyoruz lakin sönmeyen ateş’in etrafı çelenklerle, çiçeklerle süslenmiş; ateş ve çiçekler gecenin karanlığında ayrı bir güzel görünüyor. Gündüzün aydınlığı ile de muhşeşem bir görüntü gözlere hitap ediyor.
Avusturya – Macaristan döneminde Hükümet Konağı (Belediye binası) olarak yaptırılan ve Sırplar tarafından bombalanarak yakıldığı için birçok el yazması eserin kül olduğu Viyeçnitsa Kütüphanesi, şehrin ortasından geçen nehrin etrafındaki yolun başka bir köşesinde duruyor.
Mostar Köprüsü ve Alperen Tekkesi
Bosna’daki İkinci günümüzde Baba Dönerde tanıştığımız Volkan, Kübra, ve Emir ile birlikte araç kiralayarak Bosna Hersek bölgesinin en büyük ve güzel şehri olan Mostar şehir turunu yapmak üzere yola çıkıyoruz. Yolumuz üzerinde bulunan küçük beldelerin içinden geçerek ilk durağımız olan Konjic Şehri’ne varıyoruz. Neretva Nehri kenarına kurulmuş 50 bin nüfuslu bu küçük şehirde Bosna’daki Sırp saldırıları sırasında hasar görmüş ve tadilatı T.C Karayolları ve TİKA tarafından yapılmış Osmanlı köprüsü, Kırık Minareli Camii ve Mini Çarşı dikkatinizi çekiyor.
Saraybosna’dan Mostar’a giderken bir ara yoldan çıkıp dağ yoluna giriyoruz .Daracık şose yoldan mavi-yeşil tonlarıyla ağaçlar arasında yukarıya dağlara doğru hafif yağmur altında tırmanıyoruz .Dağın zirvesinden aşağıya bakmanın seyrine doyum olmuyor .Yanlış yola saptığımızı anlayıp tırmandığımız yoldan geri otobana dönüyoruz . Neretva Nehri’ni izleyip bu harika manzaranın tadını çıkararak Mostara girmeden
Buna Nehri kaynağına 5 asır önce kurulmuş Blagay Tekkesi’ne doğru yol alıyoruz.
Blagay (Sarı Saltuk) Tekkesinin içini ziyaret etmek için kişi başı 2.5€ yüksek bulup içine girmekten vazgeçiyoruz.
Zaten hatırı sayılır yüklü bir miktar otopark ücreti ödediğimiz den dolayı tekkenin dışında ellerimizi açıp duamızı edip gönderiyoruz.
Blagay Tekkesi, yalçın bir kayanın altından kaynayan nehrin kenarında adeta bir güvercin yuvası gibi şirin ve güzel ahşap yapı olarak inşa edilmiş. Yılların sert ve acımasız akıntısına bir derviş sabrıyla tahammül eden Alperen dergâhı, her daim başı sıkışanların ve mazlumların sığınağı, bunalanların ferahladığı erenler makamı olmuş. Bosna’nın en zor günlerinde olduğu gibi hala tertemiz berrak bir pınar, bunalan ruhları ferahlatan bir cennet bahçesi gibi duruyor. Osmanlı’nın yiğitlikle dervişliği birleştiren tasavvuf anlayışının bir numunesi gibi.
Bosna’da şehirlerarası yollar genel olarak yemyeşil. Kendinizi sanki sürekli Karadeniz’de seyahat ediyormuşsunuz gibi hissediyorsunuz. Gölleri ve nehirleriyle, mavi yeşil bir doğanın içinde kilometrelerce uzanan yolda huzur veren bir yolculuk yapıyorsunuz.
Mostar Şehri ve Köprüsü
Blagay Tekkesi’nden sonra Mostar şehrine hareket ediyoruz. Mostar’da görülecek yerlerin başında Şehit camii ve avlusundaki mezarlık geliyor. Nehirden toplanan taşlarla işlenmiş kaldırımlı Mostar çarşısını geziyor, Koski Mehmet Paşa camiinde namaz kılıyoruz. Bu cami, köprünün en iyi görüldüğü ve en güzel fotoğrafının çekildiği yer.
Mostar Köprüsü, 1566 yılında Mimar Sinan’ın öğrencisi Mimar Hayrettin tarafından yapılan ve 1993’te Sırp bombardımanı ile yıkılan ancak 2004 yılında tekrar restore edilen tek kemerli bir tarihi köprü… Çarşının içinden yürüyerek Mostar Köprüsünün altına nehir kıyısına varıyoruz. Burada bir mola verip aşağıdan Mostar köprüsünü seyrederken zamanın akışını ve yaşanan acıları tefekkür ediyoruz.
Vezirler şehri Travnik ve Ahmiçi Köyü
Üçüncü gün Vezirler şehri olarak bilinen ve orta Bosna’da yer alan Travnik Şehri’ne hareket ediyoruz. Yolumuzun üzerinde bulunan Umut tünelini ziyaret ediyoruz.
Umut tüneli Sarajevo kuşatma altında iken havaalanından malzeme çıkarmak için yakınında bulunan bir evden havaalanına açılan 800 m. uzunluğunda bir tünel şu an sadece 25 metresi ziyaretçilere açık.
Evin dışında mermi izleri hala duruyor.
Umut tüneli ziyaretinden sonra arabamıza binip yolumuzun üzerinde bulunan Vrelo Bosne tabiat parkına doğru hareket ediyoruz .
Vrelo Bosne Sarajevo merkeze yaklaşık yarım saatlik mesafede, muhteşem bir tabiat parkı. Giriş 1 €. Günün her saati yürüyüş, jogging yapan, bisiklete binen insanlara rastlanıyor. Berrak, tertemiz ve yeşil akan derelerde kuğu ve ördekler var. Küçük küçük yedi parça gölden oluşuyor.Yağmurun altında göllerin üzerinde kurulan tahta köprülere çıkarak gölde yüzen ördekleri ve kuğuları izlemeye doyamıyoruz.
ilkbahar ve yaz aylarında buranın seyrine doyum olmadığını piknik yapanlarla dolup taştığını anlatıyor ziyarete gelenler. Müthiş fotoğraf çekebileceğiniz ender bulunan tabiat harikası bir yer Vrelo Bosne.
Rotamızı Visoko ya çeviriyoruz. Bosna doğal piramitleri ile ünlü Visoka da piramit içine yapılan tüneli ziyaret edip tekrar yola koyulup, 16 Nisan 1993 tarihinde çok büyük acılara ev sahipliği yapmış Ahmiçi Köyü’ne uğruyoruz. Ahmiçi Köyü camii avlusunda yapılmış olan şehitler anıtı ve yapılan katliamın fotoğraflarının bulunduğu sergi salonunu ziyaret ediyoruz. Burada en küçüğü 3 aylık ve en yaşlısı 86 yaşında iken öldürülen 116 kişi ve hikâyelerini okuyoruz.
Öğlen namazını kılıp camiden çıktıktan sonra eşim Nurettin caminin tam karşısında bulunan evin duvarlarını sıvayan birisine selam veriyor. Boşnak müslümanlarından adının Selim olduğunu öğrendiğimiz kardeşimiz bizi evine davet ediyor.
Eşi ve çocukları ile tanışıyor muhabbet ediyoruz .Bizlere yöresel ballı çaylarından ikram ediyorlar sanki yıllardır birbirimizi tanıyormuşcasına kaynaşıyoruz.Tekrar Bosnaya gelişimizde bizi evinde ağırlamak istediğini gönül dili ile anlatıyor, vedalaşarak ayrılıyor hedefimiz Travnik’e yola çıkıyoruz.
Saraybosna-Travnik yolu boyunca Karadeniz’i andıran yemyeşil dağların arasından ve Bosna nehri kıyısında sürekli değişen çok güzel manzaralar eşliğinde seyahat ediyoruz.
Travnik, Osmanlı egemenliğinden ayrılalı 200 yıl olmasına rağmen adeta o zamanda donmuş kalmış gibi görünüyor. Avrupa’nın ortasında bir Bursa, Amasya ya da Kastamonu gibi Türk tarihi kokuyor.
Şehirde yer alan Göksu nehrinin kenarından yürüyerek ulaşılabilen kale şehrin zirvesinde yer almaktadır. Kalenin tarihçesine bakmak gerekirse, Osmanlı döneminde sadece ince duvarların bulunduğu kale Osmanlı tarafından yeni duvarlar ile çevrilerek ve içine farklı mimariler eklenerek güçlendirilmiştir. İçerisinde Sultan ikinci Beyazıd’ın yaptırdığı bir minare bulunmaktadır ve bu minarenin bir benzeri İstanbul’da Ayasofya Camisinde yer almaktadır. Osmanlı döneminde kale İslami motifler ile bezenmiş ve farklı mimariler ile hem görsel olarak hem de yapısal olarak güçlendirilmiştir.
Osmanlı şehri görünümünü muhafaza eden vezirler şehri Travnik’te Travnik çarşısı, Perişan Mustafa Paşa Çeşmesi, Alaca Cami ve Arastasının ardından burada şehit olmuş ilk Türk olan Selami Yurdan’ın kabri ve diğer vezirlerin türbelerini ziyaret ederek ruhlarına Fatihalar gönderiyoruz.
Selami YURDAN Bosnalı Müslümanlarla Sırplar arasında yaşanan savaşa kendi isteğiyle katılarak 22 Ağustos 1992’de şehadet şerbetini içmiş.
Ölmeden vasiyetini yazmış, buraya defnedilmek istediğini belirtmiş.
Beyazıtta gıyabi cenaze namazımı kılın diye de vasiyetinde özellikle belirtmiş.
Kabri başında fazlaca oyalanıyoruz.”Türkiyeden geldik sana selam getirdik ey şehit diye sesleniyoruz.”
‘Perişan Mustafa Paşa” diye anılan paşa bir rivayete göre zor ve sıkıntılı durumlarda rüyasında Peygamberimizi görür ve ferahlarmış. Peygamberimizi rüyada göremediği zamanlar ‘Perişan haldeyim dostlar’ demesinden dolayı o isimle anılır olmuş.
Akşam karanlığı Travnik üzerine çökerken yeşilin her türlü tonları ile bezenmiş yollardan şiddetini iyice artıran yağmurla birlikte geri dönüyoruz.
Saray Bosna gezimizin son gününde sabah kahvaltımızı yaptıktan sonra uçak saatine kadar kısa bir sarajevo turuyla devam ediyor ve saat 16:00 da kalkacak olan uçağımız için otel sahibinin oğlu Cevdet beyle vedalaşarak havaalanına doğru yola çıkıyoruz .
Ardımızda kalan Saray Bosnaya veda ederken dört günümüzü dolu dolu geçirdiğimiz halde Sarajevoya doyamadığımızı farkediyor, hüzün kokan havasını içimize çekerek ömrümüz olursa bir kez daha gelmek üzere Saray Bosnaya veda ediyoruz.
Selam ve Dua ile
Aynur YAVUZ
Kalemine yüreğine sağlık ablacığım sen hep yaz Rabbim sana hayır işlerinde güç kuvvet versin.
Talip Kaya